Ali (a.s)'ın, halifeliği zamanında, Kufe'de zırhı kayboldu. Bir müddet sonra bir Hrıstiyan'ın yanında ortaya çıktı. Ali onu hakimin huzuruna götürdü.
'Bu zırh benim malımdır; onu ne sattım, ne de birine bağışladım; şimdi onu, bu adamın yanında buldum.' diye iddia etti.
Hakim:
'Halife iddiasını söyledi, sen ne dersin?' diye Hıristiyan'a sordu. O, bu zırhın, kendi malı olduğunu, aynı zamanda halifenin sözünü yalanlamadığını, söyledi.
Hakim Ali'ye dönerek
'Sen iddia ettin, bu şahıs ise inkar ediyor. Bu durumda iddian için şahit getirmen lazım' dedi.
Ali güldü ve
'Hakim doğru söylüyor, şimdi şahit getirmem gerek, fakat hiç bir şahidim yok' dedi.
Hakim, iddia edenin şahidinin olmamasına dayanarak, ırıstiyan'ın lehine karar verdi. O da zırhı aldı ve gitti.
Fakat, zırhın, kimin malı olduğunu daha iyi bilen Hristiyan' ın, bir kaç adım yürüdükten sonra vicdanı uyandı ve geri dönerek 'Böylesine bir hükümet ve davranış şekli alelade insanların keyfinden değil, peygamberlerin hükümet tarzıdır' dedi ve
'Zırh Ali'nindir' diye itiraf etti.
Kısa bir zaman sonra, onu, müslüman olarak Ali (a.s)'ın sancağı altında, Nehrivan harbinde, savaşırken gördüler.